17 Ocak 2009 Cumartesi

beyaz güvercin

"ben... Hiç böyle düşünmemiştim..." Aslında, ben de... Hiç böyle düşünmemiştim, şimdi anlıyorum. Neydi bu üç kelimeyi böyle güçlü kılan... Elimi, teninden çektim. Bu koku, huzur veriyor bana. Ben hiç aşık olmadım, bilmiyorum nasıl hisseder aşık olanlar ama hiç böyle hissetmemiştim. Anlar, hareketler, zaman; her birinin kendi varlığı var, hükmedemediğimiz. Bu da onlardan biri. Bir "an" savurdu fırtınayı yüreklerimize, zihinlerimize...

Gözleri, perdenin aralığından fışkıran sokak lambasında. Gece doluyor ışıktan, gözlerine... Gece, ne zaman oraya vardığını bilmediğim, elime akıyor teninden -ay gibi beyaz, ışıltılı... Gözyaşım, gözyaşına karıştı, yağdık... Pişmanlık mıydı yaşanan mutluluk mu? Her neyse...

Önümüzdeki saatlerden korkuyorduk, önümüzdeki günlerden korkuyorduk, yıllardan... Ama "an"; anda korku yok, umut yok, telaş yok. Yalnızca içimizi kaplayan huzur... Uzun zamandır yaşamadığım(ız) bir duygu bu...

**

Saatine baktı birden, geç kalıyorum dedi. Aceleyle kalktı, üzerindeki örtü düştüğünde, evet, ikimizin yanakları da pembeye döndü. O gülümseme... Belki de telaşına kızarak yavaşça öptü beni. Seni seviyorum... Çoraplarını çekişini, pantalonunu düzeltişini, göbeğini hafifçe okşayarak ölçüşünü izledim o giyinirken...
"Beni mi izliyorsun?"
"Yoo ben, şey... Sadece bakıyorum, makyajına... Aslında, evet, seni... Şey, izliyorum..." O anda attığı kahkaha... Utandım, bir kahkaha da ben attım halime... Birden bir çığlık attı, bana döndü ve;
"O gömlekle o far mı? Bu şaka olmalı!" dedi.... Gülmelerimiz, ağlayışa döndü, maskeler düşmüştü. Odanın ortasında, belki de dünyanın, başka hiçbirşeyimiz yoktu, sarıldık... Son nefeste söylenen son kelimeler gibi;
"Yaprak, belki de, çok geç olmadan, şey.... Ya ben kimi kandırıyorum ki" dedim.
"Böyle olmak zorunda mı?"
"Hiç böyle düşünmemiştim..." Yine o üç kelime... Dondu kaldı, gözlerinden akan son yaş damlaları çenesinden sızıyordu. Ağlamaktan çok daha derin bir ruhla baktı, bana öyle bakma bebeğim, öyle bakma, yüreğindeki fırtına, yüreğimi yutacak...

Dünya üzerime kapanmaya başladı, kapandıkça küçülüyor, insanlar büyüyordu. En son bu oda kaldı, milyonlarca dev insan ve ikimiz. Ruhumdan büyük elleriyle işaret ediyorlar bizi; öfkeyle... Korkuyorum, korkuyor, korkuyoruz... Hiç gücüm yok, şimdi ne yapacağım, nasıl çıkaracağım seni buradan? Öyle bakma bana ne olur. oda küçüldükçe küçülüyor, insanlar büyüyor, elleri büyüyor. Evrenin ortasında, üç adımlık halının üzerinde iki çaresiz kadın yalnızlık içinde ve milyonlarca insan öfkeli bize... Gittikçe daralıyor, evren küçülüyor, yıldızlar batıyor tenime. Sarıyorum onu, buğday tanesi kadar küçülmüş ellerimle, korumak için. Bir de bakıyorum, yüreği bedenini aşmış ikimizi de sarmış. Göğsümü gösteriyor, bakıyorum, yüreğim yerinde yok. Bu damarlar birbirine usulca sokulmuş, böyle uyumla çarpan...
"Gitmeliyim Ayten" dedi birden. Yıldızlar ellerime batıyor Yaprak, yıldırımlar düşüyor ellerime, yanaklarım ıslak,
"Ben de seninle geliyorum" dedim.
Emin misin, derken sesi öyle donuktu ki, sadece kelimeler vardı.
"Tabi, seni yalnız bırakır mıyım."
"seni seviyorum..." Gülümsedi, ellerim yine el kadardı, yüzüne dokundum; "Seni seviyorum..."

**

Aceleyle çıktık evden. Kapıyı kapattığında ne o içerideki Yaprak'tı, ne ben o Ayten. Baktım da ona; güçlü, mutlu bir kadın. Önümüzdeki saatleri ustaca oynadık, zaman; bağırış çağırışlar, kibarlıklar, kuaför, konuşmalar ve selamlaşmalarla ruhumun dışında akıp gitti: Ta ki o ana kadar!
Sarıldı o adama Yaprak, birden nefret ettim. Bak hayatım, ,işte, sana söz ettiğim arkadaşım, Ayten. Canım, bu da Hakan. Memnun oldum, ben de. Senden nefret ediyorum ! Bir sürü insan daha. Ah! Merhabalar, nasılsınız. Bak Oya Teyzem. Ne kadar çok bahsetmişti Yaprak sizden, memnun oldum. Lanet kadın! Babam, Arif, merhaba, nasılsınız.. Ahh, teşekkürler, tabii.. Ben de memnun oldum, teşekkürler, siz. Evet evet, tanıyorum sizi.. Şundan bir kadeh daha alabilir miyim? Hayır tatlım, sarhoş olmam. Siz de hoşgeldiniz efendim. Teşekkürler handan Hanım, evet Mehmet Bey...

Yaprak? Yaprak?! Nerdesin! Bak yine oluyor, Dünya kapanıyor üzerime. Yaprak, sakla beni rahminde, kaç gel kalbime... Hiç böyle düşünmemiştim, sen, beyaz gelinliğinle bir melek, böyle mi olacaktı, elele, aramızda milyonlarca insan, cehenneme mi gidecektik... Sizi görmek ne hoş Berna Hanım! Bak güzelim, dünya şu maskeli insanların dağ kadar ellerinde duruyor, yada işte toprakta bir nar tanesi kadar oluyor, atıyorum dünyayı ağzıma, dişime takılıyor. Merhabalar efendim, siz oğlan tarafındansınız sanırım. Ben Yaprak'ın arkadaşıyım. O benim sevgilim, meleğim... Neden Yaprak? Ne kadar mutlu görünüyorsun, ama bak avucumda kalbin, kanıyor işte, görüyorum. Tüm bu karmaşada alıp götürüyorum seni, geceye. Hadi ağla meleğim.

***

-Ayten! Dönmeliyim geri, korkuyorum. Böyle olmak zorunda mı? Beyaz gerçek değil, bu karın, yada sütümün beyazı değil. Kapkara görüyorlar memelerimi. Onlar için yalandan bir maske bu. Salona bakan pencereyi açtı, bak şu yüzlere bir kere, ha-ha! Dönmek zorunda mıyız oraya, bak kalbim kocaman, ikimize de yeter...
Ayten, sevgilim hadi son kez ağla..


Gözyaşları, beyaz birer güvercin olup uçtu yanaklarındaki boyalı çizgilerden, geceye...
Ayten, işte beyaz bu meleğim...

Hiç yorum yok: